Abdest Ayetinin Tüm Yönlerden Delilleri / İçtihadi Fıkıh Dersleri (1)
49, Moskva, Venemaa


İmam Humeyni'nin istidlalli açıklamaları..
arrow4ltr.gif

“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı mesh edip, topuklara kadar ayaklarınızı da mesh edin. Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); Hasta yahut yolculuk halinde bulunursanız yahut biriniz tuvaletten gelirse yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve ellerinizi onunla mesh edin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz.”
(Sorulmaktadır ki acaba) abdeste yıkama, yukarıdan aşağıya mı doğru olmalı, yoksa aşağıdan yukarıya doğru mu yahut ikisi arasında muhayyer midir?

Abdest Ayetinin Tüm Yönlerden Delilleri / İçtihadi Fıkıh Dersleri (1)

Ayete İstinat Edilerek Abdestin Keyfiyeti

Muhakkik (Hilli) “Şarai” kitabında tasrih etmektedir ki abdeste yıkama işi yukarıdan aşağıya doğru olmalıdır. Bazılarının buna aykırı fetva vermesine neden olan şey ayeti kerimedeki “الی” (ila) kelimesidir.

Şöyle ki: ayet, abdestte yıkamanın nasıl olduğunu açıklama makamındadır, yıkamanın gayet ve sonu dirsektir. Dolayısıyla yıkamaya parmaklardan dirseklere doğru başlamalıdır.

Lakin açıktır ki ayeti kerimenin, en son ve son olarak yıkanması gereken yerin dirsek olduğuna dair zuhuru vardır. Aynı şekilde bir sonraki ayette de kullanılan “الی” (ila) kelimesinden de bu zuhuru elde etmek mümkündür. Çünkü bu ayetlere dikkat edilecek olursa “الی” (ila) kelimesinin kullanılma nedeninin (yıkanacak miktarın) belirlenmesi ve sınırlandırılması için olduğu anlaşılacaktır. Dolayısıyla eğer efendisi kölesine: “Buradan oraya kadar yıka” diye emrederse; köle, bu emirden yalnızca belirlenen miktarın yıkanması gerektiğini anlar; ancak nasıl yıkayacağı, yıkamaya nereden başlayıp nerede bitirmesi gerektiği kölenin aklından asla geçmez.

Özet olarak, zahiren dirseğin, yıkanması gereken en son yer olduğu ve kolun geriye kalan kısmının abdest sırasında yıkanmasının farz olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer ayette dirseğe kadar diye bir sınırlandırılma ve mahdudiyet olmasaydı, ayette geçen “yed” (kol) kelimesi kolun tamamına şamil olacaktı. Ve bu durumda kolun tamamının (dirsekten yukarısının da) yıkanması farz olacaktı. Dolayısıyla ayeti kerime, o miktarı ve yıkanması gereken hududu belirlemektedir. Ayet, nasıl yıkanması gerektiğinde mutlaktır. Ancak yıkama yukarıdan aşağıya doğru mu yoksa aşağıdan yukarıya doğru mu olmalıdır konusunda ayetin bir delaleti yoktur. Öyle ki eğer dirsekten parmaklara doğru yıkama delili olmazsa, bu ikisi arasında muhayyer olma görüşüne kail olmamız gerekir.

Ancak elimizde yıkamanın yukarıdan aşağıya doğru olması gerektiğine delalet eden hadisler bulunmaktadır. Ayeti kerimenin ıtlakı ve bu babda bulunan mutlak hadisler, bu hadislerle mukayyet olmaktadır.

Bunlardan birisi önceden zikredilen Meysem b. Urve Temimi’nin rivayet ettiği hadistir.[3] Daha doğru görüşe göre bu hadis sahihtir ve önceden bunun hakkında gerekli açıklamaları yapmıştık.[4] Bu hadis, senet açısından sahih, delalet açısında da tam ve kâmil olduğuna göre, öyleyse bu rivayet aracılığı ile (bu) ayeti ve mutlak hadisleri takyit edebiliriz.

Onlardan bir diğeri de Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) nasıl abdest aldığını açıklayan rivayetlerdir. Bu hususiyet onlarda zikredilmiştir. Öyle anlaşılmaktadır ki raviler bu hususiyetlerin açıklaması arayışında idiler. Aynı şekilde her ne kadar senet açısından kâmil olmasa da başka hadisler.[5]

***

Dirseklerin Yıkanması Farz Mıdır, Değil midir?

Bazı ulemalar demişlerdir ki: Dirsekleri yıkamak farz değildir;[6] zira ayeti kerimenin zahiri - ki onda “الی” (ila) kelimesi kullanıldığı için[7]- dirseklerin yıkanmamasına delalet etmektedir. Çünkü gayet[8], muğyiden (gayet olunandan) hariçtir. Çok sayıda ulema bunu tasrih etmişlerdir.[9] Ancak “ila”dan farklı olarak eğer “حتی” (hatta) ile sınırlanıp belirlenmiş olsaydı ki bu durumda gaye, muğyiden hariç olmazdı. Ancak bu varsayım, ayetteki “ila” kelimesinin yıkanması gereken uzvun gayetini (sınır ve limitini) belirlemesi durumunda geçerli olmaktadır.

Ancak eğer “ila” kelimesi, yıkamanın gayet ve sınırı olursa, bunun bizim konumuzda istifade edilecek bir faydası yoktur.

Dirseklerin yıkanmasının farz olma konusu, bazı hadislere dayandırılmıştır:

Bir: Meysem b. Urve Tamimi’in naklettiği hadis. Meysem, diyor ki İmam Ebu Abdullah’a bu ayeti sordum: فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ ; “yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın” ve dedim ki: Bu şekilde ve elimin tersiyle veya dirseğimle mesh etsem olur mu?

İmam Buyurdu ki: “ليس هكذا تنزيلها، إنما هي: ( فاغسلوا وجوهكم وأيديكم من المرافق) ثم أمر يده من مرفقه إلى أصابعه.” ; “Bu şekilde değildir, şüphesiz “yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın” ayetinin anlamı şudur diyerek ellerini dirseklerden ta parmak uçlarına kadar çekti.”[10]

Bu açıklamayla rivayetin zahiri şöyle olur ki ayeti kerime, aslında “من” (min) (den, dan eki) kelimesi ile nazil olmuştur. Rivayetin bu şekilde olduğu farz edilse bile, ayetin şamil olduğu her şey, abdestin sınırları içindedir ve yıkanması gerektiği malumdur.[11]

Açıktır ki: İmamın (a.s) maksadı budur ki ayeti kerime “min” kelimesi ile nazil olmuştur, imamın nasıl böyle bir maksadı olabilir ki halbuki Kur’an’ın tüm ayetleri ve özellikle bu ayet nazil olduğu şekilde elimize ulaşmış ve bu ayette bir çok sahih hadisimiz “ila” kelimesi ile temessük edilmiştir.[12]

Bilakis İmamın (a.s) maksadı şudur ki -soru soranın tevehhümüne aykırı olarak- yıkamak yukarıdan aşağıya doğru olmalıdır. Dolayısıyla hadis hem bu yönün beyanı makamındadır ve hem de rivayette “min” kelimesinin gelmesinin nedeni “min” kelimesinin “ila” anlamına geldiğini vurgulamak içindir ta böylelikle “min” kelimesinin tüm hükümleri onun için de geçerli olsun. Bu hükümlerden birisi de onun medhulü (dâhil olunmuş) belirlenmiş sınırın dâhilinde olduğudur.[13]

Buna ek olarak biz, “min” kelimesinin medhulünün, belirlenmiş sınırın dâhilinde olduğunu hiçbir şekilde kabul etmiyoruz, o yerde ki iş “امروا” (emretti) ile idame bulmakta ve ‘dâhil olmak veya hariç olmak’ konusunda niza ve tartışma kabiliyetine sahip eczası olmalıdır. Bizim delilimiz burada örfe müracaat edilmesi ve örfün bu şekilde istifadeleridir. Zira eğer birisi: Küfe’den Basra’ya seyir ettim derse bu, onun seyrinin başlangıcının Basra şehrinin sonu olduğuna delalet etmemektedir.

Özet olarak: bu rivayetin dirseklerin yıkanmasının farz olduğuna delalet ettiği görüşü uzak ve bigânedir.

İki: Hz. Peygamber efendimizin nasıl abdest aldığını anlatan ve Peygamberimizin suyu dirseklerine döktüğü ve kolunun önüne doğru çektiğine delalet eden bazı rivayetler[14] (dirseklerin yıkanmasına delalet etmekte olan) o rivayetlerdendir ve başka rivayetlerde de şöyle geçmiştir: Peygamberimiz, bir avuç suyu alıp, sağ dirseğinin üzerine döker ve onunla kolunu dirsekten aşağıya doğru yıkardı ve suyu dirseklere doğru götürmezdi.[15]

Açıktır ki suyun dirseğe dökülmesi, onun tamamının yıkandığına delalet etmez. Aynı şekilde dirseğin bir yerini yıkamak onun abdest mahalline dâhil olduğuna delalet etmez. – bunu daha önceden açıklamıştık- bilakis meseleyi beyan edici olan tüm rivayetlere dikkat edilecek olursa bunların hiç birsinin dirseğin yıkanmasının farz olduğuna delalet etmediğini iktiza etmektedir. Bilakis onlardan bazıları işaret etmekte ya da ona hilaf olduğunu delalet etmektedir. Dolayısıyla bu rivayetlere müracaat edilmelidir.

***

Yıkamaktan Maksat, Normal Yıkamadır, Akli Dikkatle Yıkamak Değildir

Tüm mefhumların, mefhumların mısdaklarının ve mısdaklara mefhumların nasıl sıdk ettiğinin teşhis ölçüsünün örf olduğuna bir itiraz yoktur. Zira Şari’i[16], kendi hitap ve sözlerinde, örfün bir efradıymış gibi konuşmaktadır. Ve Şari’i has ve mahsus bir ıstılahla konuşmamaktadır; Şari’i sözlerini muhatabına anlatmak ve telkin etmek için has bir tarikle sözlerini konuşmaz. Dolayısıyla öyle ki, örf ve sıradan halk, birbirlerinin: “Kandan uzak dur” veya “İdrarla kirlenmiş elbiseyi yıka” gibi sözlerinden anladıklarının aynısını Şari’in sözlerinden de bu manada anlamaktadırlar. Şari’in halkla konuşması, halkın kendi arasında konuşmasının aynısıdır.[17]

Eğer Şari’i: فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ ; “yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın” diyorsa, Şari’in kastı, bilinen ve alışılagelmiş yıkama şeklidir. Yoksa yukarıdan ve o da akli bir dikkatle yıkanması gerektiği değildir. Dolayısıyla örf, mefhumun teşhisinde nazar belirttiği gibi mefhumun mısdaka sıdkı ve mısdakın teşhisinde de nazar belirtmektedir. Bundan dolayı örfte bir şeyin mısdakı yoksa, şer’i hükmün mevzusu için mısdak olamaz.*[18]

***

Abdestte Başın Tümünün Mesh Edilmesi Gerekli Değildir

Müslümanlar arasında abdestte başı mesh etmenin farz olduğu ve bu farza Kur’an[19], Hadisler[20] ve İcmanın[21] delalet ettiği konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Meshin başın her yerini kapsaması gerekli değildir. Ayeti kerimenin zahiri gereği ki şöyle buyurmaktadır: وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ ; “Başlarınızı mesh edin.” Ayette “ba” kelimesinin gelmesinden, başın bir kısmının mesh edilmesinin yeterli olduğunu anlıyoruz.

Açıklama: Ayetteki “ba” kesinlikle bir fazlalık değildir, çünkü –“ba” harfinin kıyasi[22] olarak fazlalık şeklinde kullanılması mümkündür, ancak sınırlıdır[23] ve bu ayetteki “ba” harfi o yerlerden değildir.- diyoruz ki: bu yerin kendisine has hususiyeti olduğundan “ba”nın burada fazlalık ve zaide olması geçersizdir. O hususiyet şudur ki bu ayette yüz ve eller için tabirin nasıllığında sapma olmuş ve başka bir şekilde ve “ba” harfi ile baş için zikrolunmuştur. Bundan dolayı kesinlikle “ba” kelimesinin getirilmesi mananın anlaşılması ve bir amaç için olduğundan fazlalık ve zaide olamaz. Özellikle “مسح” (mesehe) kelimesinin kendisi muteaddi (geçişli) fiildir ve muteaddi olmak için (cer) harfe ihtiyacı yoktur ve mahsusen “ba” harfini getirmek –eğer fazlalık ve zait olursa- maksada halel getirmeye neden olur. Bu da malum ve açıktır…

Min Kelimesinin “Biruusikim”daki Anlamı

Her ne olursa olsun ayeti kerimedeki “ba” kelimesi zahiren, “min-i tebyiziye” anlamındadır. Önde gelen bir çok Arap Edebiyatı ve Nahivçilerin “ba” için tebyiz anlamının caiz olduğunu tasrih etmelerinden sonra Siybevey’in “ba” tebyiz için gelmez sözünün[24] bizim nazarımızla bir çelişkisi yoktur. İbn Kuteybe, Ebu Ali Farisi, İbn Cinni ve İbn Malik, “Şerh-i Teshil” kitabında ve başkaları bu konuyu tasrih etmişlerdir. İbn Malik, bu anlamı kabul eden Şafii –ki Arap edebiyatının öncülerindendir-, Ahmet (İbn Hambel) ve Ebu Hanife’nin sözlerini buna şahit olarak getirmektedir.[25] İbn Abbas’tan nakledildiğine göreاَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ ; “Allah'ın lütfuyla gemilerin denizde yüzdüğünü görmedin mi?”[26] bu ayeti kerimedeki “ba” kelimesini “min” anlamında almıştır. Aynı şekilde Hud Suresinin 14. Ayetindeki فَاعْلَمُوا اَنَّمَا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ ; “bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir.” “min” kelimesi Allah’ın ilminden olarak kullanılmıştır.[27]

Hülasa olarak, ayet için bu anlamı inkâr etmek, safsatacılıktır ve başka anlamların değil, bu anlamın ayet için en münasip anlam olduğu bilinmiştir.

***

Konunun özeti: Ayeti kerimenin bu manaya (“ba”nın tebyiz anlamında olduğu ve sonuç olarak başın bir kısmının mesh edilmesinin gerekliliğine) delalet ettiğinde şek ve şüphe etmek insaf değildir. Özellikle İmam (a.s) Zurare’nin naklettiği sahih bir hadiste bu ayeti bu şekilde tefsir ettikten sonra. Zurare şöyle diyor:

Ebu Cafer’e (İmam Muhammed Bakır aleyhi selam) dedim ki: “Acaba bana meshin yalnızca baş ve ayağın bir kısmına olması gerektiğini nereden anladığınızı ve söylediğinizi anlatmayacak mısınız?

İmam (a.s) gülerek şöyle buyurdular: “Ey Zurare! Bunu hem Peygamber buyurdular ve hem de Allah Kur’an’da emir verdi. Allah: فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ; “yüzlerinizi, yıkayın” diyerek bize yüzün tamamının yıkanmasını telkin etmektedir, sonra وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ ; “dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın” diyerek, dirseklere kadar elleri yıkamayı yüze atfederek vasıl etmiştir. Dolayısıyla ellerin dirseklere kadar yıkanmasını telkin etmiştir. Daha sonra sözünde fasıla oluşturarak şöyle buyurmuştur:وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ ; “Başlarınızı mesh edin.” بِرُءُوسِكُمْ ; “biruusikim” diyerek “ba” ile meshin başın bir kısmına olması gerektiğini anlatmak istemiştir. Sonra elleri yüze vasıl edip atfettiği gibi ayakları da başa vasıl ederek atfetmiştir ve şöyle buyurmuştur: وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ ; “topuklara kadar ayaklarınızı da mesh edin”. Burada ayakların, başa atfedilmiş ve birleştirilmiş olmasından meshin ayakların bir kısmına olması gerektiğini anlıyoruz ve Peygamber (s.a.a) bunu insanlara anlatmıştır, ancak insanlar Peygamberin bu öğretisini zayi etmiş ve o şekilde amel etmemişlerdir… hadisin devamı var.[28]

Bu hadis, açık ve net bir beyanla bu ayetteki “ba”nın tebyiz anlamında olduğuna delalet etmektedir. Abdest ayetinin zahirine göre de maksadı bu tebyiz anlamındadır. Çünkü ravi, İmam’a (a.s) hükmün delil ve başın bir kısmına mesh etmenin caiz olduğuna dair sözün belgesini sormaktadır. Şöyle ki eğer Masum Şia İmamlarını (a.s) inkâr eden birisi bu delil ve belgeye bakacak olursa, yine de bu manayı anlar ve o da bu nazara yönelir. İmam’ın (a.s) cevabı da -İmamların sözlerinin hüccet oluşu ve onlara tabi olmanın gerekliliğini bir kenara bırakacak olursak- ayetin lafız anlamının Arap edebiyatında kullanıldığı gibidir.

İnsaf budur ki —Şia Mezhebinin iktiza ettiğine göre, İmamların sözleri bizim için hüccet ve şer’i delildir, eğer bu inançtan sarfı nazar etsek bile- Bu rivayet, Arap edebiyatını bilen birisinin “ba” harfinin tebyiz anlamına geldiğine şahitliğidir ve özellikle rivayeti nakleden şahsın Küfeli[29] olması ve onu teyit etmesi bizim için yeterlidir.

“Ba” harfinin ayette tebyiz (bir miktar) için olduğunun bir başka delili ise, Zurare ve Bukeyr’in Ebu Cafer’den (İmam Muhammed Bakır aleyhi selam) naklettikleri başka bir sahih hadistir. Bu sahih rivayette Peygamber efendimizin (s.a.a) nasıl abdest aldığı hakkında, ayeti kerimenin zeylinde şöyle açıklanmıştır:

﴿وامْسَحُوا بِرُؤُوسِكُمْ وأَرْجُلَكُمْ إلى الْكَعْبَيْنِ﴾ فَإِذَا مَسَحَ بِشَيْءٍ مِنْ رَأْسِه أَوْ بِشَيْءٍ مِنْ قَدَمَيْه مَا بَيْنَ الْكَعْبَيْنِ إلى أَطْرَافِ الأَصَابِعِ فَقَدْ أَجْزَأَه.."

“Eğer baştan bir miktar mesh edilirse ve ayak bileklerinin çıkıntısı ile ayak parmakları arasındaki yerin bir miktarını mesh ederse kifayet eder ve yeterlidir.”[30]

Ayet, Meshin Hususiyetine Delalet Etmemektedir

Gizli kalmasın ki bu rivayetler, meshin başın bir miktarına kifayet ettiğine ve başın tamamının farz olmadığına delalet etmektedir. Ancak meshin müsemması yeterli midir, ya mesh bir parmakla da olsa gerekli midir? Veya üç parmak kadar mesh edilmesi mi gerekir? Bu hadislerden bunların hiç birisi anlaşılmamaktadır. Çünkü bu hadisler, başın tamamının mesh edilmesinin farz olmadığını beyan makamındadır, özellikle Zurare’nin uzun sahih hadisi.

Elbette bu hadislerden söylediğimiz şeyler istifade edilmektedir ve “ba” kelimesi “min” (tebyiz) anlamındadır ve bu durumda sadece meshin boyuna ve enine müsemmasın yeterli olduğu ayeti kerimenin ıtlakına –ki başın bir miktarının mesh edilmesine delalet etmektedir- tutunmakla elde edilir. Çünkü ayetin, tüm yönleri açıklama makamında olduğu farz edilmektedir. Dolayısıyla, ayetin ıtlakı mesh eden ve mesh edilen açısından, hiç birisinin bir sınırla mahdut edilmediğine delildir, bilakis mesh isminin sıdk olması ölçüdür. Ve bu, meşhura nispet verilen şeyin aynısıdır.*[31]-[32]

***

Ayetin Delaleti İle Ayakların Mesh Edilmesinin Gerekliliği

Abdestte baş ve ayakları mesh etmeyi farz bilen Şia’nın nazarının sıhhatine, bu ayeti kerime delalet etmektedir:وامْسَحُوا بِرُؤُوسِكُمْ وأَرْجُلَكُمْ إلى الْكَعْبَيْنِ ; “başlarınızı mesh edip, topuklara kadar ayaklarınızı da mesh edin.” Eğer أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesini ayette mecrur (cer harfiyle) kıraat eder[33] ve onu “بِرُؤُوسِكُمْ” ;”biruusikum”a atfedersek, “ba” ile mecrur olduğunu farz ettiğimizde, maksadımız ortaya çıkmış olur ve ayetten ayakların mesh edilmesinin farz olduğu anlaşılır. Çünkü أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesini وُجُوهَكُمْ “vucuhekum” kelimesine atfedip, cer irabını ise mücaviret ve komşuluk kuralı gereği “ruusikum” kelimesinden bilmemiz doğru değildir. (ercul kelimesine atfedildiği için değil) çünkü cerin mücaveret ve komşuluk ihtimalini Seyyid (Murtaza Alemu’l Huda) “İntisar” kitabında birkaç yönden reddetmiştir:

1- O noktalardan birisi şudur ki lügatçiler arasında irabın mücavir ve komşuluktan dolayı olduğu yerlerin oldukça az olduğu ve yalnızca belli ve sınırlı yerlerde olduğu konusunda ihtilaf yoktur. Ve dolayısıyla Kur’an’ı maruf olmayan şaz ve nadir yerlere hamledemeyiz.

2- O noktalardan bir diğeri ise şudur: mucaveret ve komşuluktan dolayı kelimenin irabı –bu tür irabı caiz bilenlerin yanında- atıf harfi olmayan yerlerdedir ve iki kelime arasında engel oluşturan atıf harfinin olduğu yerde ne mücavereti vardır?!

3- O noktalardan bir diğeri ise, mücavertten dolayı irabın kullanıldığı yerlerdir, şüphenin çok olduğu yerlerdedir, burası gibi yerlerde değildir.

4- O noktalardan bir diğeri, irap nahiv ilminin araştırmacıları, mücaveret ve komşuluğu her yerde inkâr etmişlerdir.[34]

Hülasa olarak, şüphe yoktur ki eğer أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesi mecrur kıraat edilirse, ayeti kerimenin meshin farz olmasında iki şekilde zuhuru olacaktır.

Mensub Farz Edildiğinde Ayakların Meshinin Gerekliliği

أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesi mensup olsa da, yine de bir sakınca yoktur. Çünkü yine mesh edilmenin farz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu surette أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesi “بِرُؤُوسِكُمْ; ”biruusikum” kelimesinin mahalline atıf olur. Çünkü “بِرُؤُوسِكُمْ” ;”biruusikum” kelimesi mahallen mensuptur. Zira “امْسَحُوا” ; “vemsehu” kelimesinin mefulüdür ve – önceden de söylendiği gibi-[35] “ba” harfi tebyiz için ona izafe olmuştur. Çünkü “مسح” (mesehe)’nin maddesi muteaddidir. أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesinin “رُؤُوسِكُمْ” ; “ruusekum” kelimesinin mahalline atıf olması da mümkündür. Çünkü onun kendisi de mensuptur. Bu son iki noktanın neticesi, burada zahir olmaktadır ki acaba ayak ve başın tamamının mı meshi farzdır, yoksa onların bir kısmının meshi yeterli midir?

Her ne olursa olsun, yıkamanın emredildiği birinci cümlenin iktiza ettiği ve hükmünün ikinci cümlenin yeniden başlaması ile batıl olmasının zahiri şudur ki: أَرْجُلَكُمْ “erculekum”, meshin farz olduğu bir şeye atıf olmuştur, yani “رُؤُوسِ” ; “ruusi” kelimesine ve yıkanması farz olan yüze atıf olmamıştır.

Ve bu iddiaya: Ayakların başın meshinden sonra gelmesinin nedeni, abdeste riayet edilmesi farz olan tertibinden dolayıdır. Dolayısıyla ayakların yıkanmasının farz olmasıyla bir çelişkisi yoktur.[36]

Bu şekilde cevap verilir: Bu ayeti kerimeden tertip kesinlikle istifade edilmemektedir. Çünkü ayetteki atıf “vav”ladır. Ve “vav”la atıf tertibe delalet etmez. Eğer bu ayetin istizharında ve acaba ayeti kerimenin zahiri hangisini ulaştırmaktadır diye münakaşa edilirse, söyleyebileceğimiz en küçük şey bu iki ihtimalin eşit olduğudur. Ve hiç birisinin bir diğerine tercihi yoktur. Çünkü أَرْجُلَكُمْ “erculekum” kelimesinin yüze atıf edilmesinin kesinlikle tercihi yoktur. Bu durumda ayeti kerimenin ayakların mesh edilmesi veya yıkanmasına delaleti icmal olur. Bundan dolayı harici bir müreccehe (tercih edilene) ihtiyacımız olur ve burada itimat edilen şeyin, müreccah olma salahiyeti yoktur.

Dolayısıyla ayeti kerime – her ne kadar hadislerden bu anlam istifade edilse ve Seyyid Murtaza “İntisar” kitabında onların çok olduğuna –bu hadisler çöllerdeki çakıl ve taşlardan daha çoktur diyerek- mübalağa etse de bununla birlikte, bu senetli ve belgeli hadisler ve deliler Şia’nın ayakların meshinin farz olduğu yönündeki görüşüdür. Dolayısıyla bizim katımızda meselenin aslında bir sorunu yoktur.

Devam edecek…

İmam Ruhullah Musevi Humeyni (r.a)

Derleyen: Seyyid Muhammed Ali İyazi

Gözden geçiren: Ayetullah Muhammed Hadi Marifet

ABNA.İR


[1] — Nisa, 43.

[2] — Kitabu’t Taharet, c. 1, s. 132.

[3] — Kâfi, c. 3, s. 28, h. 5; Tehzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 57, h. 159; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 405, kitabu’t taharet, ebvabu’l vudu, bab, 19, h. 1, ayrıca kitabu’t taharet, s. 428.

[4] — Kitabu’t Taharet, s. 429.

[5] — Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 387, kitabu’t taharet, ebvabu’l Vudu, bab. 15. Kitabına başvurulsun.

[6] — Hemedani, Misbahu’l Fakih, et-Taharet, c. 1, s. 321, tahkik muassesetu’l Caferiye li ihyau’t turas. Kitabına müracaat edilsin.

[7] —Maide, 6.

[8] — Uç, son, en son, sınır, limit ve kadar anlamlarına gelir.

[9] — İsfahani, Tahrani, Muhammed Hüseyin, (fusul sahibi), el-Fusulu’l Garaviye, s. 153 satır. 22; Nihayetu’L Efkar, c. 1 – 2 s. 498. Kitaplarına müracaat edilsin.

[10] — Kâfi, c. 3, s. 28, h. 5; Tehzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 57, h. 159; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 405, kitabu’t taharet, ebvabu’l vudu, bab, 19, h. 1.

[11] — bahrani, Hadaiku’n Nazire, c. 2, s. 241.

[12] — Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 388, kitabu’t taharet, ebvabu’l vudu, bab, 15, h. 3, 23, 412 ve bab. 23, h. 1.

[13] — Tenzil, tevil karşılığında gelmiştir rivayetlerinin karinesine göre, bu sözcükten maksat tefsirdir. Yani bu ayetin tefsiri şudur ki “abdeste dirsekten başlanılsındır.” Doğal olarak insanların yıkamaya yukarıdan aşağıya doğru başladıkları gibi. Bu, yüz ve diğer yerlerde aynıdır.

[14] — Kâfi, c. 3, s. 25, h. 4; el-Fakih, c. 1, s. 24, h. 74; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 387, kitabu’t taharet, ebvabu’l vudu, bab. 15, hadis: 2.

[15] — Kâfi, c. 3, s. 25, h. 6; Tehzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 81, h. 211; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 388, kitabu’t taharet, ebvabu’l vudu, bab, 15, h. 3.

[16] - Şarii’den maksat, dini teşri eden ve şeriatı insanların hayatlarını tanzim etmesi için gönderen Allah’tır ve yerine göre Peygamber efendimizdir.

[17] — İmam Humeyni’nin konuşmasında dikkat çeken nokta, Kur’an’ın diline olan işaretidir. Kendileri bu konuda tekit etmekte ve ilk olarak dinin dilini anlayış mantığında halka müracaat edilmeli, Kur’an’ın dili için özellikle ahkâmda halkın iletişim dilini dikkate almak gerekir. İkinci olarak: Kur’an’ın dilini has bir grubun anladığı ve mahsus bir grubun tekelinde olacak şekilde sınırlamamak gerekir.

[18] — * Kitab-u İstishab, s. 220.

[19] — Maide, 1.

[20] — Vesaiulu’ş Şia, c. 1, s. 416 – 422, Kitabu’t Taharet, ebvab vudu, bab. 24 -25. Kitabına müracaat ediniz.

[21] — Elemu’l Huda, el-İntisar, s. 19; Tusi, el-Hilaf, c. 1, s. 81 -82; Hilli, Ebu Cafer, el-Muteber, c. 1, s. 14; Hilli, Cemalettin; Muntehe’l Matlab, c. 1, s. 59, satır. 28 -29; Necefi, Cevahiru’l Kelam, c. 2, s. 170.

[22] — Arap edebiyatında bazı kurallar bazen istek ve kanunlara tabidir, bazen de belirli bir kural ve kaide olmadan yapılmaktadır. Kıyasiden maksat kanunlu ve kurallı olmasıdır.

[23] — İbn Hişam, Muğni el-Lebib, c. 1, s. 144.

[24] — Siybevey, el-Kitab, c. 2, s. 365, Muhtelefu’ş Şia, c. 1, s. 267; Cevahiru’l Kelam, c. 2, s. 171 kitaplarına başvurun.

[25] — Tarhi, Memeu’l Bahreyn, c. 4, s. 196, İbn Hişam, Muğni el-Lebib, c. 1, s. 142.

[26] — Lokman, 31, Memeu’l Bahreyn, c. 4, s. 196.

[27] — Hud, 14; Mecmeu’l Bahreyn, c. 4, s. 196.

[28] — Kâfi, c. 3, s. 4; El-Fakih, c. 1, s. 56, h. 212; Tehzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 61, h. 168; İstibsar, c. 1, s. 62, h. 168; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 412, kitabu’t taharet, ebvabu vudu, bab. 23, hadis: 1.

[29] — Ricalu’t Tusi, s. 201, 90.

[30] — Kâfi, c. 3, s. 25; Tehzibu’l Ahkâm, c. 1, s. 76, h. 191; Vesailu’ş Şia, c. 1, s. 389, kitabu’t taharet, ebvabu vudu, bab. 15, hadis: 3.

[31] — Medariku’l Ahkâm, c. 1, s. 207.

[32] - Kitabu’t Taharet, s. 445 – 450.

[33] — Bu şekilde kıraat edilmiştir.

[34] — Alemu’l Huda, Seyyid Murtaza, el-İntisar, s. 21 – 22.

[35] — Taharet kitabının 447. ve 448. Sayfalarında bu konunun takriratında beyan edildi.

[36] — Kurtubi, el-Camiu Ahkamu’l Kur’an, c. 6, s. 92 – 93, zeyli ayet.



http://www.abna.ir/data.asp?lang=10&id=507834

1 vaatamisi
 
Kommentaarid

Kommentaare veel ei ole.
Lisa kommentaar, ole esimene!

Päevikud
Päevikute uuendamine toimub iga 5 minuti tagant.